Depremin ardından Hatay’da başlayan kontrolsüz yıkımlar, plansız inşaat faaliyetleri ve ruhsatsız beton santralleri, halk sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor. Antakya Çevre Koruma Derneği Başkanı Nilgün Karasu, yaşanan çevresel felaketin boyutlarını gözler önüne serdi. “Asbest kontrolsüz yayıldı, halk sağlığı tehdit altında” Hatay’da yaşanan deprem sonrası yürütülen yıkım çalışmaları, çevre ve halk sağlığı açısından ciddi sorunları beraberinde getirdi. Antakya Çevre Koruma Derneği Başkanı Nilgün Karasu, bölgedeki gelişmeleri değerlendirirken, özellikle asbest maddesinin kontrolsüzce yayılmasının geri dönülmez etkiler yaratabileceğine dikkat çekti. Yıkımların yönetmeliklere aykırı şekilde yapıldığını belirten Karasu, “Asbest söküm işlemleri yapılmadan gerçekleştirilen yıkımlar sırasında, parçalanan malzemeler geniş alanlara yayıldı. Kamyonlar açık şekilde moloz taşıdı, cadde kenarlarına, okul çevrelerine ve hatta Asi Nehri kıyısına dökülen molozlar, halkın doğrudan maruz kaldığı bir tehlike oluşturuyor” ifadelerini kullandı. “Plansız yıkımlar, tarımı ve doğayı hedef aldı. İnşaatlar için binlerce zeytin ağacı kesildi”
Deprem sonrası başlatılan inşa süreçlerinin, Hatay’ın tarımsal zenginliklerine zarar verdiğini söyleyen Karasu, özellikle zeytinlik alanların yok edilmesinden yakındı. “Şehrin büyük kısmı boş arazilerden oluşurken, en önce verimli tarım arazilerine girildi. 50 ila 350 yaşındaki zeytin ağaçları kesildi. Bu sadece doğa kıyımı değil, aynı zamanda insanların **geçim kaynaklarının da elinden alınmasıdır” dedi. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinin devre dışı bırakılmasıyla birlikte, taş ocakları ve beton santrallerinin önü açıldı. Bu tesislerin hem doğaya hem de bölge halkının sağlığına verdiği zarar giderek büyüyor. “Taş ocakları köylerin ortasında açıldı, üretim durdu. Köylerin dibinde, meraların içinde taş ocakları açıldı” ÇED kararlarının kaldırılmasıyla birlikte, köy yaşamı da büyük bir darbe aldı. Karasu, “Kırsal alanlarda hayat neredeyse durdu. Evlerin yanı başında açılan taş ocakları, hem hayvancılığı hem de çiftçiliği bitirme noktasına getirdi. Samandağ biberi gibi dünya çapında bilinen tarım ürünlerimiz, bu nedenle artık can çekişiyor” diyerek durumun ciddiyetini vurguladı. Özellikle sera bölgelerinin yakınlarında kurulan santraller, üretimi durma noktasına getirdi. Tarımın sürdürülebilirliğini baltalayan bu uygulamalar, bölge halkını ekonomik olarak da çıkmaza sürüklüyor. “Türkiye’nin en kirli havası Antakya’da ölçüldü. Beton santralleri sağlığı tehdit ediyor” Karasu, beton santrallerinden yayılan çimento tozlarının halk sağlığı üzerindeki etkilerini şu sözlerle anlattı: “Bu tozlar, başta astım, akciğer kanseri, mesane ve prostat kanseri olmak üzere birçok hastalığa neden oluyor. Üstelik bu tesislerin büyük bölümü ruhsatsız ve izinsiz faaliyet gösteriyor.”
TOKİ’nin ihalelerle birlikte şirketlere kendi betonunu üretme hakkı tanımasının, bu sorunun yayılmasına neden olduğunu belirten Karasu, okul binalarının yanına kadar inşa edilen santrallerin büyük bir halk sağlığı tehdidi oluşturduğunun altını çizdi. “Antakya, şu an Türkiye’nin en kirli havasına sahip şehir konumunda. Doğaya, ağaca ve yeşile ihtiyaç duyduğumuz şu dönemde, yapılan uygulamalarla çevresel bir yıkım yaşıyoruz” dedi. “Çevre mücadelesi büyüyor” Tüm bu gelişmeler karşısında Antakya Çevre Koruma Derneği ve bölgedeki duyarlı vatandaşlar, çevre talanına karşı mücadelelerini sürdürüyor. Hukuki yolların yanı sıra kamuoyu farkındalığını da artırmaya yönelik çalışmalara hız verildiği belirtiliyor. Ancak yetkililerin sessizliği ve önlem alınmaması, geleceğe dair kaygıları artırıyor. Karasu’nun çağrısı ise net: “Bu şehirde yaşamak istiyorsak, doğaya ihanet etmeye son vermeliyiz.”