Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, 5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.Avukatlar, gerek sistem gerek algıdan ve yaklaşımlardan kaynaklı çok farklı sorunlarla boğuşuyor. Avukatların mevcut durumuna ilişkin beklentileriniz neler?
– Avukatlık mesleği uzun süredir “S.O.S” veriyor. Öncelikle, bugün avukatların sorunlarının önemli bir kısmının yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hukukun üstünlüğü konusunda yaşanan sıkıntılardan kaynaklı olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Avukatlar, müvekkillerinin hak ve menfaatlarını bu hukuk sisteminin içerisindeki kurallara uygun olarak korumakla mükellef. Ancak hukuk sisteminin kendisi hukuk güvenliğini sağlayacak derece öngörülebilir olmayınca müvekkilin de karşı tarafın da genel kamuoyunun da tepkisi avukata yönelebiliyor. Yargıya güven, hukuka inanç azaldıkça avukatlık mesleğinin itibarı da zayıflıyor. Önemli bir mesele de hukuk fakültesi kontenjanlarının barolara danışılmadan artırılması. Hukuk fakültelerindeki bu artış, avukatların ekonomik bir kaosa sürüklenmesinin başlıca etkenlerinden birisi olurken, aynı zamanda eğitimin niteliğini, dolayısıyla da mesleğimizi temelden etkiliyor. Avukata yönelik şiddet vakalarındaki gözle görülür artış bizim için önemli bir başlık. Avukatların müvekkilleri ile özdeşleştirilmsi, kamuda çalışan avukatların özlük hakları sorunları, mesleki bağımsızlıkları konusu, bağlı çalışan avukatların ve stajyer avukatların ücret ve özlük hakları konusu, avukatlık asgari ücret tarifesindeki artışın henüz birkaç ay geçmeden erimiş olması, adliyelerin parçalanması, meslektaşlarımızın adliyelerde, kollukta karşı karşıya kaldıkları muameleler, CMK müdafiliği ve adli yardım işlerinin angarya boyutuna gelmesi, sigorta ve Bağ-Kur primlerinin ödenemeyecek boyutta olması, emeklilik sorunları… Avukatlık mesleğindeki sorunların kapsamlı ele alınması gerektiğini düşünüyorum.Hâkim ve savcıların niteliği ve kıdem sorunu gündemde. Bu duruma ve hukuka etkisine ilişkin yorumunuz nedir?
– Hukuki öngörülebilirlik sorununu yaratan, yargının dış bağımsızlık olarak formüle edildiği şekliyle harici etkilere kapalı olamamasıdır. Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, “En büyük sorunlarımızdan biri, 22 bin 800 hâkim ve cumhuriyet savcısının bulunduğu yerde yüzde 60’a yakın meslektaşımızın beş yıl ve altında kıdeme sahip olmasıdır” dedi. Bir hukuk sistemindeki hâkimlerin üçte ikisinin son beş yıl içerisinde atanmış olmasını düşünebiliyor musunuz? Bu 22 bin hâkim ve savcının bir kısmı bölge mahkemelerinde bir kısmı da yüksek yargıda görev yapan ve zaten kıdemli olması gereken yargı mensupları… Ağır iş yükü, dış etkenlere açıklık konusunda yeterli güvencelerin bulunmadığı bir hâkim grubu ve her aşamada siyasileşme potansiyelini bir şekilde içinde barındıran hukuki uyuşmazlıklar… Bu koşullar altında yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının, hukukun üstünlüğünün tesis edilebilmesi mümkün görünmüyor.Yargının siyasallaştığı eleştirileri her dönem tartışılıyor. Siz durumu nasıl değerlendirirsiniz?
– Hukuk ile siyaset ilişkisi, kuşkusuz teorik anlamda çok derin tartışmaların yapılabileceği bir alan. Modern devlet kavramının bir yönü siyasete bir yönü hukuka bakıyor. Dolayısıyla, siyaset ve hukuk felsefesi ve sosyolojisi anlamında, bu ikisi arasındaki ilişkiye dair çok sayıda tartışma var. Türkiye’de yalnızca hukuk siyasileşmiyor, ülke gündeminde yer alan hemen her mesele siyasileşme potansiyeline sahip. Hukuk ve yargı da payına düşeni alıyor. Bu ülkede, trafikte yaşayacağınız sıradan bir sürtüşme veya uyuşmazlık, rahatlıkla siyasi bir mesele haline gelebilir. Bu koşullarda hukukun ve yargının bundan sıyrılmış olmasını bekleyebilir misiniz? Yargı alanına dair atılması gereken adımlar belli. Yürütmenin yargı üzerindeki etkisi kaldırılmalı, ulusal ve uluslararası yargı organlarının kararlarına uyulmalı. Aslında anayasanın 138. maddesi gerçek anlamıyla hayata geçirilmeli.
“TARİHTE ÖRNEĞİ GÖRÜLMEDİ”
İktidarın çoklu baro sisteminin tutmadığı anlaşılıyor. Bundan sonra süreç nereye gidecek?
– Çoklu baro maalesef bir dayatmanın sonucu olarak ortaya çıktı. Bu düzenleme konuşulmaya başlandığında dönemin baro yöneticileri olarak buna karşı çıktık. Baro başkanlarımız durumu, yasama meclisimiz olan TBMM’ye anlatmak üzere kendi illerinden Ankara’ya yürüdü. Tarihte örneği görülmemiş bir olay. Şimdi bu somut, açık, net irade ortadayken, meslek örgütlerinin karşı çıkmasına rağmen Avukatlık Kanunu değişti ve çoklu baro uygulaması yasalaştı. Meslektaşlarımız bu yasaya direniş gösterdi. İstanbul’da hayli uğraşarak ikinci bir baro kurulabildi. Ankara’da ise kamuda çalışan avukatlara mobbing düzeyinde baskı yapmak, kamu ile dışarıdan çalışan avukatlara ise sözleşmelerinin feshi baskısı suretiyle çok uzun süre sonra ikinci bir baro kuruldu. Ankara’daki bu sürecin hukuka uygun olup olmadığı, sayının gerçeği yansıtmadığı hususu ise hâlâ yargıda.
“ÖNEMLİ BİR MESAJ”
Sonrasında daha önemli bir gelişme yaşandı; çoklu baro uygulamasına karşı çıkışta meslektaşlarımızın sesi olan bizler, TBB yönetimine seçildik. Bunun da önemli bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Bu sene Avukatlar Günü’nü kutla(ya)mıyoruz. Ancak hiçbir zaman karamsarlığa ya da umutsuzluğa kapılmıyoruz. Bu makama seçildiğimiz ilk gün söylediğimiz yerdeyiz. Hiçbir avukatı yalnız, hiçbir vatandaşı savunmasız bırakmayacağız. Hukukun üstünlüğünün sağlandığı meslek onuruna yaraşır bir hayat düzeninde Avukatlar Günü’nü mutlaka tüm meslektaşlarımızla ve yurttaşlarımızla birlikte kutlayacağız.